Sosyal Bilimciler Konuşuyor – Betül Çotuksöken (İTD 93)


İktisat Toplum’un Sosyal Bilimciler Konuşuyor köşesinin bu ayki konuğu, Sosyal Antropoloji ve Etnoloji eğitimi ve Latin Dili ve Edebiyatı eğitimlerini felsefeyle bütünleyen bir felsefeci ve çevirmen Betül Çotuksöken. Eylemlerimiz üzerine, eylemlerimizi güden niyetlerimiz ve onların ardındaki ilkeler ve/veya değerler üzerine düşünmenin, felsefe yapmanın örneklerinden en önemlisi olduğunu vurgulayan Çotuksöken’in keyifle okuyacağınız bu röportajını Editörümüz Ömer Faruk Çolak gerçekleştirdi.

Neden felsefe eğitimi aldınız?

Oldukça küçük yaşlardan başlayarak sergilediğim eleştirel ve sorgulayıcı tutum, edebiyat okumalarım, son derece değerli bir felsefe öğretmenimin olması, insanlarla bir arada olmayı ve insan eylemlerini sürekli olarak gözlemlemeyi seviyor olmam, üniversite öğrenimimde tercihimi felsefeden yana yapmamı sağladı. İstanbul Üniversitesinin ünlü hocalarından felsefe dersi almış olma şansına eriştim. Ancak yalnızca felsefe okumadım; Sosyal Antropoloji ve Etnoloji eğitimiyle ve Latin Dili ve Edebiyatı eğitimiyle de felsefe ilgimi bütünlemek bana çok şey kattı. Bu alanlar sayesinde neredeyse tüm zamanları yaşadım. Antropoloji eğitimimi, felsefi antropolojiyle de zenginleştirmem, sonunda antropontoloji kavramını türetmemin yolunu açtı. İnsana ilişkin bilgi bağlamının temeli olan felsefe bilgisi varlık ilgimi sürekli olarak zenginleştirdi. Bunun üstelik ayrıcalıklı bir durum olduğunu da düşünmeden edemiyorum.

Türkiye’de felsefe eğitimi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bu soruyu sanırım daha çok yükseköğretim düzeyi için soruyorsunuz. Lise ve hatta öncesi için de bu soru sorulabilir. Yükseköğretim öncesinin niteliği de neredeyse tümüyle yükseköğretimin yapılanmasına bağlı olduğuna göre, isterseniz oradan başlayalım: Ülkemizde 60’ın üzerinde felsefe bölümü var. Örgün ya da uzaktan öğrenim seçenekleri de var. Bildiğimiz, alışageldiğimiz bölüm örgütlenmelerinin dışında, sayısı az olmakla birlikte, eğitim fakültelerinde felsefe öğretmenliği programları da var. İlahiyat fakültelerinde felsefe ve dinbilimleri bölümleri var; hukuk fakültelerinde de hukuk felsefesi ve sosyolojisi anabilim dalları, yine eğitim fakültelerinde az sayıda da olsa, eğitim felsefesi adı altında yapılan çalışmaları kapsayan daha küçük çaplı örgütlenmeler var. Bunlara ek olarak, yükseköğretim programlarının birçoğunda felsefeye giriş, etik, eğitim felsefesi vb. başlıklı ders örnekleri de var.  Ayrıca, felsefe bölümlerinin farklı yönelimleri de söz konusu. Eğer bölüm, bilinçli bir biçimde kurulduysa, bu bağlamda kurucuların iddialı olduğu da açıkça görülebiliyor. Bu durum öğretim programına, lisans ve lisansüstü düzeylerde yapılan çalışmalara da yansıyor. Örneğin, Maltepe Üniversitesinde burada ileri sürdüğüm bu konu bilinçlice hayata geçirilmiştir. Kurucusu olduğum ve uzun yıllar başkanlığını yaptığım bölümde insan sorunları ağırlıklı, etik, siyaset felsefesi, insan hakları, eğitim felsefesi ve bilişsel bilimler ağırlıklı çalışmalar yapılmaktadır. Liselere gelince, öğretmen burada en önemli özne. Müfredat ne olursa olsun, ders kitapları ne düzeyde olursa olsun, iyi bir öğretmen felsefi düşünmeyle, felsefe bilgisiyle öğrencisini en verimli biçimde tanıştırır ve son derece önemli işler yapar. Bildiğiniz gibi son yıllarda yapılan müfredat değişiklikleri dolayısıyla bu konularda da epeyce çalışma yapıldı. Ben de sık sık olmak üzere, konuya ilişkin görüşlerimi belirttim. 1997-2000 yılları arasında bu konuda son derece kapsamlı bir araştırma yapmış olduğum için de konunun sürekli olarak takipçisi olduğumu söyleyebilirim. Müfredat son yıllarda sıklıkla değiştirildi. Şimdilerde daha iyi gibi görünüyor. Ayrıca lise ikinci sınıflara da felsefe dersi konulmuş olması çok sevindirici. Ancak hep yinelediğim gibi, iyi yetişmiş öğretmenle ancak bu işler başarıyla yapılabilir. Bu öğretmenlerin de sayısı az ne yazık ki. Ortaokul düzeyine gelince, kimi donanımlı ve iddialı okullarda felsefe dersi “Düşünme Eğitimi” adı altında veriliyor. Bunun da serüveni apayrı bir konuşma bağlamını gerekli kılıyor. Şimdilik şu kadarını belirteyim: Bu yıllarda felsefe içerikli dersler, zorunlu olarak konulmalı ki verim alınabilsin. Bu düzeydeki okullarımıza da felsefe öğretmeni atanmalı ki bu iş başarılı bir biçimde yapılabilsin. Henüz böyle bir istek yok benim gördüğüm kadarıyla karar vericilerde. Eğer karar verilirse, düzenlemelerin de son derece ustalıklı bir biçimde yapılması gerekiyor. Bunlara ek olarak son yıllarda çocuklar için felsefe kitaplarının dilimize çevrilmesi ya da yazılmaya başlanması da okullarda bu bağlamda çeşitli çalışmaların yapılmasını gündeme getirdi. Bu başlıkla çok sayıda çalışma yapıldığını biliyorum. Ancak bu çalışmaların da ne kadar iyi yapıldığı konusunda kuşkularımın olduğunu belirtmeliyim. Neredeyse yetkili yetkisiz çok sayıda kişi bu konularda konuşuyor, eğitmenlik yapıyor. Okullara, ailelere bu noktada çok iş düşüyor. Çocuklarımız bu başlık altında “Çocuklarla Felsefe” başlığı altında yapılan çalışmalarda en iyi örneklerle karşılaştırılmalı, konuya gerçekten çok özen gösterilmeli.

Felsefe eğitimine ilişkin eğitim politikamızdaki iniş çıkışların nedeni hakkındaki düşüncenizi öğrenmek isteriz. Türkiye’nin bir anlamda okuma fakiri olması Türkiye’de felsefe eğitimini etkiliyor mu, politik ve sosyal dönüşümün buna etkisi var mı? Halkın ifade ettiği gibi felsefe yapılır mı? Felsefe üretilen bir olgu mudur?

Felsefi düşünmeye, felsefe bilgisine ilişkin resmi politikalarda yukarıda da belirttiğim gibi, özellikle Bakanlık düzeyinde inişli çıkışlı bir durum söz konusu. Ancak yapılan son müfredat çalışması bu konularla çok yakından ilgilenen bizleri biraz umutlandırdı. Aksayan yönler olmakla birlikte, daha iyi bir iklim yaratılabilir hep dediğim gibi, nitelikli öğretmenlerle. Yükseköğretimde de karar vericilerin çağın gereklerini dikkate alarak kendilerini sürekli olarak yenilemeleri bir zorunluluk. Ülkemiz dediğiniz gibi “okuma fakiri”, özellikle ailelerin çok büyük bir bölümü, yalnızca felsefe bilgisine uzak durmuyor, diğer bilgi bağlamlarına da uzak duruyor. Aileler ve hatta çocuklar, gençler sadece istemekle yetiniyorlar kimi şeyleri. Oysa bu istemeye, bilinçlilik eşlik etmeli. İnsanlar “bilgi”yi talep etmeli; bilgiyle bilgi olmayanı ayırt etme konusunda istekli olmalı; bunun için çaba harcamalı. Felsefe elbette yapılır; felsefe yapmak diye bir edimden, faaliyetten söz edebiliriz. Bu öyle bir edim ya da faaliyettir ki, insan böyle bir bağlama geçtiği zaman aslında, insan olarak kendine en yaraşır işi, edimi, faaliyeti yapıyor demektir. Hemen somutlaştırmam gerekirse, eylemlerimiz üzerine düşünmek, eylemlerimizi güden niyetlerimiz ve onların ardındaki ilkeler ve/veya değerler üzerine düşünmek… İşte felsefe yapmanın örneklerinden biri, bana kalırsa hatta en önemlisi. Elbette felsefe olgu değildir. Felsefe bir düşünme yoludur, bir bilme yoludur, eğer başarabilirsek, aynı zamanda yaşama yoludur. Kitaplarımda, özellikle de son kitabım Antropontoloji ya da İnsan-Varlıkbilgisi (İstanbul: Notos Kitap Yayınevi, 2018) başlıklı kitabımda bunların üzerinde çok ayrıntılı bir biçimde durdum. Genel başlığım da şu: Felsefenin Gör Dediği. Önemli olan işte felsefe gözüyle insan-dünya-bilgi arasındaki ilişkilere ya da dışdünya-düşünme-dil arasındaki ilişkilere  bakabilmek.

Türkiye’deki felsefe ortamını bazı ülkelerle karşılaştırdığınızda nasıl değerlendirirsiniz? Türk felsefecilerin felsefeye katkısı için neler söyleyebilirsiniz? Felsefeyi halka, özellikle gençlere anlatmak ve sevdirmek için neler yapılabilir? Sizin daha önce radyoda yapmış olduğunuz felsefe konuşmalarından oluşan Radyoda Felsefe kitabınız da yayımlandı, felsefeyi yaşayan, yaşamın içinde yer alan bir alana dönüştürmek için neler yapılabilir? Bu konuda felsefecilerin sorumluluğu ne olmalı? Özellikle teknolojinin geldiği son durum ile okuma oranının bu kadar düştüğü bir ortamda felsefeciler ne yapmalı?

Çevre ülkelerle karşılaştırdığımızda daha iyi bir konumda olduğumuz söylenebilir şekil olarak. Ancak içerik olarak sıkıntılarımız olduğunu yukarıda da belirtmiştim. Okul eğitimi konusunda daha ileri düzeyde olan ülkelerde felsefe bağlamında daha ayrıntılı çalışmalar yapıldığını biliyoruz. Bu konularda özellikle UNESCO’nun hem yaptığı çalışmalar hem de yayımladığı raporlar son derece bilgilendirici. Dünyanın farklı coğrafyalarında okul eğitimi çerçevesinde çok ayrıntılı, örnek oluşturucu, ülkelerarası işbirlikleriyle kotarılan çalışmalar var. Hatta Güney Yarıküre ülkeleriyle bağlantılı çalışmalar var. Felsefeyle, diğer bilgi dalları ve özellikle edebiyat ürünleri arasındaki bağlantılar çeşitli vesilelerle ele alınıyor, el kitapları hazırlanıyor. Felsefe hem bir öğrenim-öğretim-eğitim bağlamı hem de bir araştırma bağlamı elbette. Dünya ölçeğinde de çok sayıda çalışma var, insan felsefesinden, çevre felsefesine kadar. Felsefenin el atmadığı, dokunmadığı hiçbir şey yok; felsefe her şeye el atar, onu konulaştırır ve felsefece bakar her şeye, her türlü bağlantıya. Bu bakımdan bazı ülkelerde, bazı yörelerde geleneksel yaklaşımların olduğunu biliyoruz. Hep dediğimiz gibi, bir philosophia perennis (sürüp giden felsefe) var ve bu bilgi, en eski olanı, en temel olanı. Felsefi düşünmeye, felsefe bilgisine eklemlenmek asıl önemli olanı ve bu bağlamda yapılan tartışmalarda yer almak; kavram üretmek, yeni bakış açıları getirmek son derece değerli. Elbette salt seyirci olarak kalmamak, bizzat özne, aktör olmak gerekiyor. Felsefe tarihinin sayfalarında iz sürmek çok önemli; ancak bu, olsa olsa gerekli koşul; yeterli koşulu oluşturan, felsefece görme biçimine sahip olmak. Türkiye’nin felsefecilerinin, Türkçede günyüzüne çıkan felsefenin dünyaya da kendini göstermesi, tartışma ortamlarına katılması, uluslararası etkinliklerde yer alması, felsefe çevrelerinde etkin olması çok önemli. En önemlisi de tahmin edebileceğiniz gibi, yazma; felsefe yapıtları oluşturma. Biliyorsunuz, ulusal, bölgesel ve dünya çapında olmak üzere çok sayıda toplantı düzenleniyor. Buralarda etkin olma son derece önemli. 2018 Ağustosunda Çin’de 24. Dünya Felsefe Kongresi yapılacak. Benzer türde çok sayıda etkinlik var; kitaplar yayımlanıyor, dergiler yayımlanıyor. Bunları yakından izlemek, yazı yazmak son derece önemli. Her düzey için de farklı yazış tarzında eser oluşturmak gerekiyor. Sözünü ettiğiniz kitabım TRT Radyo 1’de, 1998-1999 yıllarında yaptığım konuşmalardan oluşuyor. Bu kitap gerçekten çok sevildi. İşte bu tarzda kitaplar kaleme almak, her yaştan insanın felsefe bilgisiyle buluşabileceği ortamlar yaratmak gerekiyor. Bu türden çok sayıda çalışmada yer aldığımı söyleyebilirim: Halka açık konferanslar, söyleşiler, okullarda yapılan çalışmalar, öğretmen eğitimleri vb. benim sıklıkla yaptığım çalışmalar arasında yer alıyor. En uzun soluklu olanlarından biri de Maltepe Üniversitesinde başlattığım ve bu yıl 18.sini düzenlediğimiz “Felsefe Söyleşileri”; bu çalışmayı Üniversitemizi kuran İstanbul Marmara Eğitim Vakfı ve Kadıköy Belediyesiyle sürdürüyoruz son yıllarda. Halkımız bu çalışmaları pek sevdi; biz de sürdürüyoruz. Ayrıca Türkiye Felsefe Kurumunun 1974 yılından beri başlatıp sürdürdüğü, 1979 yılından beri de uluslararası boyutta gerçekleştirdikleri son derece önemli ve değerli. Ülkemiz biliyorsunuz, 21. Dünya Felsefe Kongresine 2003’te evsahipliği yaptı. Türkiye’de felsefe aşısı tutmuştur; özellikle gençler, genç akademisyenler  beni çok umutlandırıyor.  Felsefe son zamanlarda özellikle bilişsel bilimlerle bağlantılı olarak, teknolojiye yöneldi. Felsefe her zaman yol açıcı, öncü olmuştur. Örneğin, yapay zekâ konuları vb. felsefenin gündeminde. İnsan değişiyor, insanı farklı boyutlardaki bilgi değiştiriyor. İnsan bilgilendikçe özgürleşiyor, özgürleştikçe yaratıcı gücü artıyor. Ancak insanın belki de en çok kendi sınırları üzerinde düşünmesi gerekiyor. İşte bunu başaracak olan da felsefedir. Bilim sadece işine bakar; oysa felsefe her şeyin yanına, yöresine, ilişkiler ağına bakar. Son zamanlarda en çok ele almamız gereken konunun “sanal gerçeklik” olduğunu düşünüyorum. “Gerçeklik”, “sanal gerçeklik”, “artırılmış gerçeklik” ortamında insan sürekli olarak evriliyor. İşte bütün bunlarla bağlantılı olarak insan felsefesi, ahlak felsefesi ya da etik ve siyaset felsefesine ilişkin sorunlar iyice önplana çıkıyor. Felsefe diğer bilgi dallarıyla birlikte, yerine göre onlardan bir adım önde ya da onlara temel olma işleviyle, varlığını sürdürüyor. Benim sık kullandığım bir deyimle, felsefe hem temelde hem tepede yer alıyor.

Özgürlük alanlarının daraldığı bir dünyada yaşıyoruz. Çatışmanın arttığı bir dünyada felsefeciler bunu nasıl aşabilir? Felsefenin diğer sosyal bilimlerle daha fazla eklemlenmesi, bu sorunun aşılmasında kilit bir rol alabilir mi?

Sanal gerçeklik ortamında gerçekten de her eylemimiz neredeyse denetim altında. Böyle bir insanlık durumu, insana ilişkin her şey üzerinde daha ayrıntılı düşünmeyi gerektiriyor. Özellikle de “özgürlük “kavramı üzerinde çok ayrıntılı düşünmemiz en başta gelen ödevimiz olarak değerlendirilebilir. Günümüz dünyasında gerçekten her şey her şeyle bağlantılı, ilgili; hepimizin varlık ilgisi ya da varlık ilgileri olağanüstü boyutlarda artmış, çeşitlenmiş, genişlemiş durumda. Özel-toplumsal-kamusal alanlarda, neredeyse aynı anda hepsinde birden yaşayan insanlar, bireyler, kişiler, yurttaşlar (citizen), ağdaşlar (netizen) olarak, toplumsal-tarihsel-kültürel varlıklar olarak sorumluluklarımız çok büyük. Tekil-tümel geriliminde yaşamını sürdüren biz insanların olabildiğince “insanca” değişime açık olması gerekiyor. Varolana ilişkin, özellikle kimliklerimize ilişkin katı, sarsılmaz belirlemeler yaptığımız; kendimize, sarsılmaz bir belirleme içinde özsel bir temelle yöneldiğimiz, karşımızdaki kişide de hep sarsılmaz özü arayıp, temelsiz değerlendirmeler yaptığımız takdirde, başımız dertten kurtulmayacaktır. Yıllardır bu konularda düşünen, yazıp çizen bir kişi olarak, insanlar ve insanlık durumları karşısındaki duruşumuzu evrensel etik değerlere, insan haklarına dayandırdığımızda, daha iyi bir dünyanın yolunu açabiliriz savını ileri sürüyorum. Özellikle yöneticiler, karar vericiler böyle bir yol izlemeli ve felsefenin sesine, özcü olmayan bir varlıkbilgisine dayalı yaklaşıma kulak vermeliler. İnsanlara yönelik ayırımcı muamele ortadan kalkmadıkça, acılarımız dinmeyecek. Felsefe hem besleyen bir kaynak, hem her zaman diğer insan başarılarından beslenen bir bilme bağlamı. Bu konuya çok önem vermemiz gerekir. Her filozof hangi bilgi kaynaklarından beslendiği konusunda açık-seçik hesap veren bir duruş içinde olmalı. Örneğin benim beslendiğim kaynaklar, başta antropoloji olmak üzere, insan ve toplum bilimleridir. Diğer verimli kaynağım ise, kurmaca metinler toplamı olan edebiyat. Felsefede insana ilişkin belli bir görüşü olmak son derece yol aldırıcıdır. Bunu deneyimlemiş biri olarak bu savı ileri sürüyorum. İnsana ilişkin görüşümün taşıyıcı temeli, insanın “arada olan bir varlık” olması savında özetleniyor. İşte arada olan bir varlık olarak, arada olmanın yarattığı gerilimleri, sorun görmeyi içselleştirmiş biri olarak insanların, insansal eylemlerin toplamı olan insan dünyasını en iyi yansıtan metinlerin edebi ya da yazınsal metinler olduğunu düşünüyorum. O nedenle edebiyata, özellikle roman ve öyküye yaslanıyorum zaman zaman. Felsefe tüm bilimlerin taşıyıcı temeli olarak vazgeçilmezdir. Ama felsefe de diğer bilgi bağlamlarından yararlanmak zorundadır.

Genç felsefeci ve felsefeci adaylarına ne önerebilirsiniz?

Genç felsefeciler öncelikli olarak varlık ilgileri konusunda kararlı olmalılar. Belli felsefi sorunlar çerçevesinde olgunlaşmak, insana ilişkin bir görüş edinmek, felsefeye nereden girmek gerektiği konusunda açık bir bilince, düşünme doğrultusuna sahip olmak son derece önemli. Günümüz dünyasında felsefe bağlamında nelerin öne çıktığını izlemek de bir o kadar önemli elbette. Ayrıca, Türkiye’de ve Türkçede düşünmeye özel önem vermek; Türkçemizde söze, yazıya dökülen felsefi söylemi de izlemek gerekiyor. Çoğun göz ardı edilenin Türkçede üretilen felsefi söylem olduğunu düşünüyorum. Oysa son derece önemli çabalar var ülkemizde de felsefe bağlamında. Biraz önce de belirttiğim gibi, felsefeci ya da filozof nereden beslendiğini, hangi bilgi bağlamlarının kendisi için yola aldırıcı olduğunu açık-seçik bir biçimde ortaya koymalı. Bir de şu noktayı da gözden kaçırmamak gerekiyor: Felsefede neye dokunursanız dokunun, aslında insana dokunursunuz. Felsefeciler bunu hiçbir zaman unutmamalı.

Felsefeci, çevirmen. 26 Ağustos 1950, İstanbul doğumlu. Dilbilimci Yusuf Çotuksöken’in eşidir. Hobyarlı Ahmet Paşa İlkokulu, İstanbul Kız Lisesi, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü (1972) mezunu. Bir süre İstanbul orta dereceli okullarında (Darüşşafaka ve Hüseyin Rahmi Gürpınar liseleri) öğretmenlik ve yöneticilik (1972-78) yaptı. Bir süre de İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesinde çalıştıktan (1978-82) sonra 1982’de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü Sistematik Felsefe ve Mantık Anabilim Dalına araştırma görevlisi olarak girdi. 1984 yılında doktor, 1988’de doçent, 1996 yılında profesör unvanlarını kazandı. Doktora tezi: “Petrus Abelardus’un Ahlak Anlayışı”. İstanbul Üniversitesi Hasan Ali Yücel Eğitim Fakültesi Türkçe Öğretmenliği Bölümü Başkanı (1999-00), Uludağ Üniversitesi (1991-94), Mimar Sinan Üniversitesi (1996-98), İstanbul Teknik Üniversitesi (1997-01) konuk öğretim üyesi olarak görev yaptı. 2000 yılından sonra Maltepe Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi öğretim üyesi olarak görevini sürdürdü. Rektör yardımcısı, Erasmus koordinatörü, Fen Edebiyat Fakültesi dekan yardımcısı, Fen Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü başkanı olarak görev yaptı.

Bir cevap yazın