Türkiye’nin, İlgi Alanını Bir An Önce Para Politikasından Eğitim Politikasına Kaydırması Gerekiyor – Güven Sak (İTD 94)


Türkiye’nin politika önceliklerinin belirlenmekte olduğu bir sürecin içinden geçiyoruz. Önceliklerimizi doğru saptamalı ve artık bir an önce adım atmalıyız. Bu genişliği, doğrusu ya, dayanılmaz buluyorum. Bugün için tek bir hususun altını çizmek istiyorum: Yeni teknolojik devrim ile birlikte Türkiye’de büyüme ve istihdam arasındaki ilişki beklediğimizden daha hızlı gevşeyebilir. Neden? Memleketin eğitim sisteminin perişanlığı nedeniyle beşeri sermayenin yeni ortama intibak kabiliyeti düşük olduğu için elbette. Büyüme ve istihdam arasındaki ilişkiyi güçlendirmek için Türkiye’nin önceliğini, eğitim politikasına doğru kaydırması gerekiyor. Yeni teknolojik devrim karşısında eğitim politikasının artan öneminden muradımın ne olduğunu açık bir biçimde de izah etmek isterim. İzah edeyim ki, Türkiye’de tartışma çerçevesini, “Faiz artışı büyümeyi yavaşlatır, istihdam bundan olumsuz etkilenir ve siyaset kaybeder.” biçimindeki fasit dairenin dışına çıkartalım. Büyümenin istihdamlısı var, istihdamsızı var. Türkiye, bir an önce eğitim politikalarını gözden geçirmezse yakında hepimizi rahatsız edecek bir istihdamsız büyüme sürecine girecek gibi duruyor. Böyle bir ortamda, Türkiye’de zaten yüksek olan çocuk yoksulluğu daha da artar. Yeni teknolojik devrim, memleketin gelir eşitsizliğini derinleştirebilir.

Yeni Teknolojik Devrim, Büyüme ve İstihdam Arasındaki İlişkiyi Zayıflatıyor

Yeni teknolojik devrimin işgücü piyasasına olası etkileri ile ilgili olarak çalışmalar yayımlanıyor. Yapılan çalışmalar, bildiklerimize odaklı. Elbette mühendislerin yaratıcı enerjilerinin serbest kaldığı bu ortamda ummadığımız değişiklikler de olacak. Ama onları bilmediğimizi daha bilmiyoruz (we don’t know we don’t know). İktisat alanında konu ile ilgili yapılan ampirik çalışmalar daha çok sanayideki otomasyonun toplam istihdam açısından sonuçlarına odaklanmış görünüyor. Neden? Analiz yaparken, öncelikle her zaman bildiğimizi bildiklerimizden (we know we know) başlıyoruz işe. Sonradan bilmediğimizi bildiklerimizi değerlendirmeye katıyoruz. Bilmediğimizi bilmediklerimiz hep dışarıda kalıyor. Bu da öyle.

Bu yıl Haziran ayında Avrupa Birliği ülkelerinin düşünce kuruluşu Bruegel’in web sitesinde bir çalışma yayımlandı. “Sanayi Robotlarının AB Ülkelerinde İstihdam ve Ücrete Etkisi: Yerel İşgücü Piyasası Analizi” başlıklı çalışmayı David Pichler, Georgios Petropoulos ve Francesco Chiacchio yapmış. Adından da anlaşılabileceği gibi konu, yeni teknolojik devrimin yapıtaşlarından biri olan bilgi ve iletişim teknolojileri (BİT) (ICT-information and communications technologies) ile alakalı. Sanayide otomasyonun yeni adı olan dijitalleşme, kendisini robotlaşma ve sentetik zeka (AI-artificial intelligence) ile birlikte gösteriyor. Önceden Almanlardan mülhem Sanayi 4.0 diyorduk. Biz daha başlayamadan Sanayi 5.0 oldu o bile. Bu çalışmada da esas olarak BİT kaynaklı dönüşüm ve yatırımlar dikkate alınıyor. Bildiklerimizi biliyoruz. Pichler, Petropoulos ve Chiacchio (2018), aslında daha önce Amerika için yapılan Acemoğlu, Restrepo (2017)’de ortaya konulan yerel işgücü piyasaları yaklaşımı ile yapılmış bir çalışma. Dolayısıyla sonuçları karşılaştırmak mümkün. Çalışma, 1997-2005 yılları arasında altı Avrupa ülkesinde robotların etkisine odaklanmış. Bu ülkeler Almanya, Finlandiya, Fransa, İspanya, İtalya ve İsveç. Bu arada, Türkiye’nin daha şimdiden otomasyon sürecinin dışında olmadığını da bir kenara not edin lütfen. Sanayi 4.0 derken, zaten hadise oluyor şirketler kesiminde. İki temel sonuç çıkıyor çalışmadan. Birincisi, aşağıdaki grafikten de görebileceğiniz gibi “Robotlar hakikaten, işimizi elimizden alıyorlar.”. Kullanıma alınan her bir sanayi robotu 3,4 kişinin işini kaybetmesine neden oluyor. Kullanılan robot miktarı arttıkça istihdam kaybı da artıyor. Acemoğlu-Restepo (2017) her bir sanayi robotu ile ortaya çıkan istihdam kaybını 6,2 olarak bulmuştu. Burada etki daha az ama önemli gibi duruyor. Bu ilk nokta.

Çalışmadan çıkan ikinci sonuç ise aşağıdaki Grafik 2’de yer alıyor. Buna göre BİT yatırımları arttıkça toplam istihdam aslında artıyor. Ya da şöyle demek lazım, 1997-2005 arasında BİT yatırımları ile toplam istihdam arasında pozitif korelasyon olduğu görülüyor. Bakın şimdi bilmediğimizi bildiklerimizden giderek spekülasyon yapabilecek bir alan çıkıyor ortaya. Önce çalışmada söylenenleri aktarayım sonra bu konu ile ilgili bir kaç delil de ben sunacağım.

Peki, nasıl oluyor da oluyor? Çalışma, iki tür etkiden söz ediyor, yeni teknolojik devrim çerçevesinde BİT söz konusu olduğunda. Birincisi, dün insanlar tarafından yerine getirilen görevlerin yerini alan teknolojiler kaynaklı dönüşüm. Özellikle literatürde işgücü piyasalarının ortasının boşalması (hollowing out), orta becerili olanların işini kaybetmesi diye tabir edilen hadise esasen bu. Şimdilik AI ile güçlendirilmiş robotlar, yalnızca ezberlediklerini biteviye tekrarlamayı biliyorlar. Etki böyle. Yarın AI, ML’den (Makine Öğrenmesi-machine learning) RL’ye (Takviyeli, Belirsizlik Şartlarında, Öğrenme-reinforcement learning) geçtiğinde daha karmaşık görevleri de makinelere devretmek mümkün olmaya başlayacak. Buradaki negatif etki hep olacak. Azalmayacak, artacak. Beceri seviyesi yüksek olanları da kapsayacak bir süreç, AI süreci.

İkinci etki ise belli tür becerilerin verimliliğini artıran tamamlayıcı teknolojilerden kaynaklanıyor. Bir nevi, iPad’in, insanların verimliliğini artırması ve işleri daha çabuk yapmalarını sağlaması gibi. Buradan, aynı biçimde, yeni iş kolları da çıkıyor. Ben mesela mühendislikle insani bilimleri birleştirecek yeni bir alanın şekillenmekte olduğunu görüyorum. Sosyal medya analizleri yaptıkça mühendislerin becerilerine olan ihtiyaç artıyor.

Yeni teknolojiler ille de insanların işlerini kaybetmesine neden olmuyor. Verimliliklerini artırıyor. Ne olacak? Yeni teknolojilerle birlikte istihdam hem azalacak hem de artacak. Verimlilik kesinlikle artacak. Çalışma bir nevi böyle diyor.

Şimdi buradan Türkiye için birkaç sonuç çıkartayım, müsaadenizle. Tam da iktisadi önceliklerimizle ilgili ciddi kararların arifesinde iken kulaklara küpe olsun. Birincisini en başta da söyledim. Büyüme ile istihdam arasındaki eskiden bildiğimiz bağ giderek daha da gevşeyecek gibi duruyor. “Faiz artışı büyüme düşmanıdır, istihdam karşıtıdır.” diye kestirmeden kanaat beyan edenlerin işi zorlaşacak. Öyle görünüyor ki, “Yeni teknolojiler, büyüme düşmanı değildir ancak, kesinlikle bildiğimiz manada istihdam karşıtıdır.” Hâlbuki siyaset, büyümeyi esasen istihdam yarattığı için sever. Türkiye gibi genç nüfusun iş bulması gereken, genç işsizliğinin yüksek olduğu bir memlekette konu elbette daha da önemli olacak.

Geleyim ikinci noktaya. Türkiye’nin, nüfusun daha geniş bir kesimini yeni teknolojiler vasıtasıyla verimlilikleri artabilecek olanlar kategorisine yerleştirmek için şimdiden bir eğitim seferberliği tasarlamaya başlaması gerekiyor. Açayım: Türkiye’nin, beşeri sermayesini BİT kaynaklı dönüşüm sürecine ve yeni teknolojik devrimin tamamına daha kolay intibak ettirebilmek için bir eğitim reformuna ihtiyacı var. “Eğer eğitim sistemimizi yeni çağın gereklerini dikkate alarak dönüştürmeye hemen başlamazsak ne olur?” sorusunun bir nevi cevabı ise Dünya Bankasının Dijital Temettü (Digital Dividends) başlıklı, 2016 yılı Dünya Kalkınma Raporu’nda vardı doğrusu. Yeniden hatırlatayım.

Şimdi lütfen Grafik 3’e bir göz atın. Bu grafik 2016 yılı Dünya Kalkınma Raporu’nun 132. sayfasından alınma. Orada Grafik 2.26 adıyla duruyor hâlâ. Dijitalleşme, BİT, robotlaşma ve AI sürecinin acil iktisadi politika meselesi olduğu, bu grafikte özetleniyor. Yatay eksende, dijitalleşmenin işgücü piyasalarında yol açacağı sarsıntının boyutlarını gösteren bir indeks yer alıyor. Yatay eksen bir nevi, her ülke için dijitalleşmeye geçişin maliyetini gösteriyor. İndeks 0’dan 1’e doğru gittikçe dijitalleşmenin o ülke ekonomisine maliyeti artıyor. Türkiye nerede? Türkiye, burada dijitalleşmeye geçişin işgücü piyasalarında yol açacağı ortalama maliyetin üzerinde yer alan ülkeler arasında bulunuyor. Ne demek bu? İş gücü piyasamızdaki mesleklere bakıyorlar ve sonuç işte böyle çıkıyor. Dikkat ederseniz, sanayi ülkeleri endekste hep 1’e daha yakın duruyorlar. Sanayiniz varsa bir nevi daha çok işiniz var. Daha derinden dönüşüyorsunuz.

Grafiğin dikey ekseninde ise beşeri sermayenin yeni duruma intibak edebilme kabiliyeti yer alıyor. İntibak kabiliyetini ise işgücünün eğitim kalitesi endeksiyle ayarlanmış ortalama eğitim süresi gösteriyor. Ortalama eğitim süresi ve kalitesi arttıkça iş gücünün dijitalleşmeye ve yeni ortama intibak edebilme kabiliyeti de daha yüksek oluyor. Peki, Türkiye’nin burada yeri nedir? Türkiye, yeni teknolojik devrimin işgücü piyasalarında çok telefata yol açacağı, büyüme/istihdam ilişkisinin başkalarına göre daha çok gevşeyeceği ülkeler arasında bulunuyor. 2016’dan beri biliyoruz ama pek konuşmuyoruz doğrusu.

Şöyle de bakın isterseniz; Finlandiya’da dijitalleşme ile birlikte işgücü piyasalarında yaşanacak sarsıntı, Türkiye’nin işgücü piyasalarında yaşanacak sarsıntıya eş değerde. Her iki ülkenin işgücü piyasalarında benzer büyüklükte bir deprem olacak BİT ile birlikte. Ancak Finlandiya’nın beşeri sermayesinin BİT kaynaklı dönüşüme intibak kabiliyeti, Türkiye’nin beşeri sermayesinin intibak kabiliyetinden çok daha fazla.

Nedir? Türkiye’nin, acilen çözülmesi gereken bir milli eğitim problemi vardır. Şimdi onu tarif etmeye çalışayım. Ortada iki yönlü bir mesele var gibi duruyor. Öncelikle nereye gideceğini bilmediğimiz bu hızlı dönüşüm döneminde çocukların intibak kabiliyetini artırmaya yönelik daha çeşitlendirilmiş bir eğitim anlayışına ihtiyacımız var. Ama öte yandan da bu değişimi, Milli Eğitim Bakanlığı gibi inanılmaz bir merkeziyetçi aygıt ile yapmamız gerekecek. Grafik 4’e bakmanızı öneririm. Doğrusu ya, ben Milli Eğitim Bakanlığının bizatihi kendisinin her tür reform girişiminin temel engeli olduğunu düşünüyorum.

Şimdi memleketin beşeri sermayesinin yeni teknolojik devrime intibak kabiliyetini artırmamız için bu aygıtta kapsamlı bir reforma ihtiyacımız varsa, Türkiye, yeni teknolojik devrim sürecinde tüm iddiasını kaybetmiş mi sayılır? Ancak reformdan sonra mı zenginleşme kapıları açılır? Bu da beni üçüncü çıkarımıma getirir: Yeni teknolojik devrime intibak için Türkiye’nin halen yetişmiş insan kapasitesi vardır.

Hadisenin farkında olan şirketler için, Türkiye’nin mevcut üniversiteleri, mevcut liseleri, mevcut mezunları zaten yeterlidir. Bir ülkede zaten binlerce harika okul olmaz, birkaç tane olur. Onlar da şimdilik bizde var. Örselemek için elimizden geleni yapsak da var. Ankara, İstanbul ve İzmir’de bir elin parmakları kadar iyi üniversite; iki elin parmakları kadar da iyi lise ve ortaokul zaten var. Hem Türk şirketlerini yenilemek için hem de yabancı şirketlerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere. Dolayısıyla ortada ciddi bir geçiş dönemi problemi yoktur, eğitim sistemi açısından bakıldığında.

Bunun en büyük delili nedir? Mesela bugün Bosch Almanya’da çalışmak için Almanya’ya gitmiş olan binlerce Türk mühendisidir. Biz değerlerini bilmiyorsak da, Hollanda’da da biliyorlar nitekim. Türkiye’nin iktisadi politika önceliklerinin yeniden belirleneceği ciddi bir dönemin içindeyiz. Türkiye, artık “faiz-döviz-kur” üçgeninden çıkıp esas meselelere doğru odaklanmaya başlamalıdır.

Türkiye’nin önceliği para politikası değil, eğitim politikasıdır. Yeni teknolojik devrimle birlikte Türkiye’de de büyüme ve istihdam arasındaki ilişki giderek gevşiyor. Gevşemeye de devam edecek. Türkiye, büyüme olsa bile istihdam artışının daha da sınırlı kalacağı bir yeni döneme doğru ilerliyor. Bir yanda verimlilik artışları ve büyüme, öte yanda artan işsizlik rakamları. Bu durumu gidermek için, Türkiye’nin özellikle BİT kaynaklı yeni teknolojiler karşısında beşeri sermayesinin intibak kabiliyetini artıracak bir eğitim reformuna yönelmesi acil önemde bir problem gibi görünüyor.

Bir süreden beri yeni teknolojik devrimden bahsediyoruz ama bu yeni şartlarda büyüme ile birlikte istihdam artışını da garantileyecek, eğitim başta, yapısal tedbirleri pek konuşmuyoruz doğrusu. Faiz düşük olursa mesele kalmaz, istihdam artar diye bir gazı kaçmış bir ezber var dillerde, ülke yönetimi değil ama şirket yönetimi için sanki doğru gibi duruyor. Ama bu yeni dünyada olduğu gibi yanlış.

Hatırlatırım; Türkiye, eskiden de “sosyal güvenlik primi düşük olsun, şirketlerin maliyeti azalsın, istihdam artsın.” politikası izlemişti. Ne oldu? Sosyal güvenlik sistemi infilak etti. Hala düzeltemedik. Şirketlerimizin rekabet gücü kazanmasını kendi kendimize engelledik. Not edeyim. Unutmayın.

Kaynakça
– Acemoglu, D., & Restrepo, P. (2017). Robots and Jobs: Evidence from Us Labor Markets. NBER Working Paper.
– Pichler, D., Petropoulos, G., & Chiacchio, F. (2018). The impact of industrial robots on EU employment and wages: A local labour market approach. Bruegel.
– Fraillon, Schulz, & Ainley. (2015). International Computer and Information Literacy Survey (2013). IEA.
– The World Bank. (2016). World Development Report: Digital Dividents.

Bir cevap yazın