Türkiye’nin Büyüme Sorunu – Osman Aydoğuş (İTD 72)


Türkiye’nin Büyüme Sorunu

Türkiye ekonomisi uzunca bir süredir belirgin bir yavaş büyüme patikasına oturmuş görünüyor. 2001 krizi sonrasında 2008’e kadar devam eden hızlı büyüme, 2008-2009 krizinde yerini daralmaya bırakmıştı. Krizden çıkışla birlikte, 2010 ve 2011 yıllarında çok yüksek hızlarla büyüyen ekonomi, izleyen yıllarda uzun yıllar ortalamasının epeyce altında kalan büyüme hızlarının karakterize ettiği bir durgunluğa girdi. Zaman zaman enflasyondaki artışın da eşlik ettiği bu durgunluk, 2016’nın ilk altı ayında da derinleşerek devam etti. TÜİK’in ilk tahminlerine göre Türkiye ekonomisi 1. çeyrekte % 4,7, 2. çeyrekte % 3,1 olmak üzere 2016’nın ilk altı ayında önceki yılın aynı dönemine göre % 3,9 oranında büyüyebildi. Temmuz-Ağustos ayına ilişkin öncü göstergeler üçüncü çeyrekte durgunluğun daha da derinleşeceğini ve hatta bir daralma yaşanabileceğine işaret ediyor.[1] Bu durumda, “Uzun Durgunluk” döneminde 27 çeyrektir devam eden kesintisiz büyümenin sonu gelmiş olacaktır. İki kriz arasında kalan “Lale Devri”nde[2] de 27 çeyrek süren bir kesintisiz büyüme yaşanmıştı. Ancak iki dönem arasındaki benzerlik bundan ibaret. 2011 sonrasındaki “Uzun Durgunluk” döneminde basit ortalama yıllık büyüme hızının “Lale Devri”ne göre 2,2 puan daha küçük olduğunu (% 36’lık bir fark) belirtmekle yetinelim (Şekil 1).

Şekil 1 – “Lale Devri” ve “Uzun Durgunluk” Dönemlerinde Büyüme: 2002-2016 (%)

Kaynak: TÜİK verilerinden kendi çizimimiz.

Son dört buçuk yılda ortalama büyüme hızının uzun dönem büyüme hızının çok altına düşmüş olması ve 2016 yılının ilk yarısında bu eğilimin daha da derinleşmiş olması hiç kuşkusuz son derece olumsuzdur. Bununla birlikte, bu düşük büyümenin kaynaklarına bakıldığında büyümenin niteliğindeki bozulmanın daha da vahim olduğu görülüyor. Ekonomi yönetimi ise soruna kalıcı çözüm getirecek politika arayışlarından çok uzak.

Türkiye ekonomisi bu günü yıkanma noktasında hiç kuşkusuz bir günde gelmedi. Durgunlaşmanın ve tıkanmanın ardındaki sürecin gelişimini Türkiye ekonomisinin İMF programlarına bağlandığı 1998 sonrasında büyümenin kaynağı olarak çeşitli talep bileşenlerinin katkısını inceleyerek anlamaya çalışalım. Şekil 2’de gayrisafi yurtiçi hasılanın harcamalar açısından bileşenlerinin 1998-2016 dönemindeki gelişimi verilmiştir.

Şekil 2 – GSYH ’da Harcama Bileşenlerinin Göreli Paylarının Gelişimi: 1998-2016 (%, cari fiyatlarla)

Kaynak: TÜİK verilerinden kendi çizimimiz.

İlk olarak, bu dönemde yurtiçi talebin göreli payı artarken, net dış talep gerilemiş ve negatife dönüşmüştür. Bu, ihracata değil ithalata dayalı büyümenin bir sonucudur.

İkincisi, hane halklarının tüketim harcamasının göreli payında belirgin bir artış meydana gelmiştir. Tüketimin payı 1998’de % 66,5 iken, 2000’li yıllarda % 70’lerin üzerine çıkmıştır. BU, sabit sermaye yatırımına değil, tüketime dayalı büyüme anlayışının bir sonucudur.

Üçüncüsü, yaygın kanının aksine devletin nihai tüketim harcamalarında (ücret-maaş ödemeleri ve mal hizmet alımları) çok büyük artışlar meydana gelmiştir. Bu dönemde devletin nihai tüketim harcamalarının GSYH içindeki göreli payı % 10’dan % 15’lerin üzerine sıçramıştır. Devlet üretken yatırımlardan tümüyle çekişmiş ve altyapı (inşaat) yatırımlarına yönelmiştir.

Dördüncü olarak, mal-hizmet ithalatı GSYH’nın % 20’sinden % 30’una sıçrarken, ihracatın payı % 21’den % 26-27’ye çıkabilmiştir. Daha açık bir ifadeyle, mal-hizmet dış ticaretinde dönem başında fazla varken, 2003 sonrasında hızlı ve yüksek oranlı açıklar ortaya çıkmıştır.

Beşinci olarak, hızla artan dış açık büyük ölçüde dış borçlanmayla finanse edilmiştir. (Kuşkusuz, özelleştirme adı altında kamu varlıklarının yabancılara satışı ve özel sektör varlıklarının yabancılara satışından gelen kaynak da çok önemlidir). Bu süreçte kamunun borç stoku göreli olarak azalmış, buna karşılık firmalar kesiminin ve hane halklarının borçları özellikle 2009 krizinden sonra hızla yükselmiştir.

Son olarak, ama belki de en önemlisi, sabit sermaye yatırımlarının payı da % 22-23’lerden % 20-21’lere gerilemiştir. Sermaye birikimindeki bu gerileme son derece vahimdir ve soruna tekrar döneceğiz.

Dış kaynakla finanse edilen (çünkü yurtiçi tasarruf oranı yerlerde sürünmektedir) iç tüketim talebi artışlarına dayalı bu büyüme süreci kaçınılmaz olarak tıkanma noktasına gelmiştir. Bunu, 2015 yılında ve 2016 yılının ilk altı ayında büyümenin kaynaklarının nasıl oluştuğunu inceleyerek daha iyi anlayabiliriz. Tablo 1’de, GSYH ve bileşenlerinin 2016 yılının ilk iki çeyreğindeki gelişimi 2015 yılı ile karşılaştırmalı olarak verilmiştir.

Tablo 1 – Büyüme ve Harcama Bileşenlerinin Gelişimi: 2015-2016 (%, GSYH)

Kaynak: TÜİK verilerinden kendi düzenlememiz.

Tabloda 2015 ve 2016 yılının ilk iki çeyreği itibariyle büyümenin kaynakları çok net olarak görülmektedir.

İlk olarak, 2016’nın ilk yarısında hane halklarının tüketim harcamalarında çok ciddi bir artış olmuştur. 2015 yılında bir önceki yıla göre % 4,8 oranında artmış olan tüketim harcamaları, 2016 yılının ilk altı ayında % 6,1 oranında artmıştır. Bu artışta hiç kuşkusuz asgari ücrette yapılan ciddi artışın katkısı çok büyüktür. Tüketim harcamasındaki artışın büyümeye katkısı 4,2 puandır ve 3,9 puanlık büyüme hızının % 108’ine karşılık gelmektedir.

İkinci olarak, 2016’nın ilk altı ayında devletin nihai tüketim harcamalarında % 13,5 oranında bir artış meydana gelmiştir. Bu büyük sıçramanın asıl nedeni devletin mal ve hizmet alımlarında ilk altı ayda ortaya çıkan % 21,4 oranındaki olağanüstü büyük artıştır. İkinci çeyrekteki reel artış ise 2015’in aynı döneminde göre % 25’tir! Devletin nihai tüketim harcamalarındaki artışın büyümeye katkısı 1,6 puandır. Bu katkı olağanüstü yüksektir ve büyüme hızının % 41’ine karşılık gelmektedir.

Üçüncü olarak, sabit sermaye yatırımlarında % 0,3 oranında bir gerileme yaşanmıştır. Sabit sermaye oluşumunun büyümeye katkısı (!) negatiftir (– 0,1 puan). 2012 yılından başlayarak yatay bir seyir izleyen özel yatırımlardaki gerileme daha da vahimdir. Özel sektörün makine-teçhizat yatırımlarındaki büyük gerilemenin (% – 5,1) bir kısmı inşaat yatırımlarındaki artışla (% 6,9) telafi edilmiş olmakla beraber, toplam özel yatırımlar gerilemiştir. Kamu sektörünün inşaat yatırımları sayesindedir ki, toplam yatırımlardaki gerileme sınırlı düzeyde kalmıştır. Uzun durgunluk döneminde özel yatırımların ve özellikle de makine-teçhizat yatırımlarının mutlak olarak da gerilemiş olması (Şekil 3) sermaye birikimindeki tıkanmanın açık göstergesidir ve gelecek açısından en önemli endişe kaynağıdır.

Şekil 3-Özel Sektör Sabit Sermaye Yatırımlarının Gelişimi: 1998-2015 (1998 sabit fiyatlarıyla, Milyar TL)

Kaynak: TÜİK verilerinden kendi çizimimiz.

Son olarak, 2016’nın ilk altı ayında mal ve hizmet ihracatı % 1,2 oranında artarken, ithalat % 7,5 oranında artmıştır. İhracattaki cılız artışın büyümeye katkısı 0,3 puandır (% 8). Buna karşılık mal-hizmet ithalatındaki artışın büyümeye katkısı negatiftir ve tam – 2,2 puandır (büyüme hızının % 57’si).

Durum son derece açıktır. 2016 yılının ilk altı ayında gerçekleşen zayıf büyümenin kaynağı tüketim harcamalarındaki artış ile devletin mal ve hizmet alımlarındaki olağanüstü artış, yani iç tüketimdeki patlamadır. Başka bir ifadeyle, yılın ilk altı ayında hane halklarının ve devletin tüketim harcamalarındaki büyük artış, net ihracattaki ve sabit sermaye yatırımlarındaki gerilemeyi telafi ederek % 3,9 oranında bir büyüme sağlayabilmiştir.

Gelinen noktada, sabit sermaye birikimi sürecinin tıkandığı ve TCMB’nin fiyat istikrarının yanısıra finansal istikrarı da hedefleyen politikalarının, kurlardaki ciddi artışlara rağmen, harcamaların iç talepten dış talebe kaydırılmasında fazla etkili olamadığı görülmektedir. Daha açık bir ifadeyle, Türkiye’nin büyüyeme sorununun aşılabilmesi için öncelikle bu iki tıkanıklığın giderilmesi gerekliliği vardır. Buna karşılık, ekonomi yönetimini kalıcı ve sorunun özüne yönelik politika değişikliği arayışı içinde olmadığını söylemek haksızlık olmayacaktır. Alınan önlemlere bakalım.

İlk olarak, TCMB’nin uzunca bir süredir faiz üst sınırını indirdiğini, ama politika faizine dokunmadığını biliyoruz. Bunun sonucunda ortalama fonlama maliyeti de son aylarda bir ölçüde inmiştir. Ancak, kredi faizlerinde çok fazla değişiklik olmadığı da bir olgudur. Kaldı ki, faiz indirimi politikasının tek başına sabit sermaye yatırımlarını artırmada etkili olamayacağını özel yatırımlardaki mutlak gerilemeden de açıkça görülmektedir.

İkinci olarak, konut kredisi faizlerinde yapay olarak sağlanan gerileme konut satışlarında belli bir canlanma getirmiştir, ama bunun kalıcı olup olmayacağı meçhuldür.

Üçüncü olarak, kredi kartları ve tüketici kredilerine ilişkin düzenlemeler yapılarak kredi limitleri artırılmış, geçmişte düşürülmüş olan taksit sayıları ve vadeler yükseltilmiş ve tüketicilere borçlarını yeniden yapılandırma olanağı sağlanmıştır. Düzenlemenin temel amacının tüketici kredisi genişlemesiyle tüketim harcamalarını canlandırmak olduğu söylenebilir. Tüketim harcamalarını canlandırmanın ne kadar arzu edilir olduğu sorusu bir yana bırakılsa bile, hane halklarının borçluluk düzeyinin yüksekliği dikkate alındığında, tüketim harcamalarında kayda değer ve kalıcı bir artış beklenmesi fazla iyimserlik olacaktır. Hane halklarının borçlanma kapasitesinin düşüklüğü (hane halklarının borçlarının gelire oranı yüzde 50’nin üzerindedir), borçlanma olanağındaki artışın fiilen kullanılmasını zorlaştıracaktır.

Dördüncüsü, dış ticarette kayda değer önlemler söz konusu değildir. Türkiye’nin ihraç pazarlarındaki durgunluğun devam etmesi ve büyüme hızlarının gerilemesi nedeniyle ihracatta da fazla bir artış beklemek doğru olmayacaktır.

Son olarak, asıl sorunun, yani sabit sermaye yatırımlarındaki, özellikle de inşaat dışı özel yatırımlardaki tıkanıklığın nasıl aşılacağı sorusunun cevabı ise ortada yoktur. Teşvik sisteminde 2012 yılında yapılan değişikliklerin yatırımları artırmada ne ölçüde başarısız olduğu ortadadır. Bu nedenle, uzun süredir sözü edilen ama henüz somut adımların atılmadığı yeni yatırım teşviklerinin etkili olacağı konusunda çok da iyimser olmamak gerekir (Burada hemen soralım: 2015 seçimlerinden önce açıklanan ve sokulan –1300 küsur eylemden oluşan– “eylem planı” ve uygulama sonuçları ne olmuştur? Hatırlayan kimse var mıdır acaba?). Reel kesim güven endeksinin ve imalat sanayiinde kapasite kullanım oranının uzunca bir süredir düşük ve yatay seyrettiği dikkate alındığında sabit sermaye yatırımlarında bir canlanma beklenmesi gerçekçi olmayacaktır.

Gerçekçi olmak gerekirse, geriye kamu harcamalarının artırılması dışında etkili bir politika önlemi kalmamaktadır. Ne var ki, 2015 yılının son çeyreğinde ve 2016’nın ilk altı ayında kamunun mal ve hizmet alımı harcamalarında zaten büyük artışlar yapılmış olduğu dikkate alınırsa, bir vergi ve harcama reformunun eşlik etmediği harcama artışlarının bütçe açığına yol açması kaçınılmazdır. Durgunluk dönemlerinde bütçe açığı verilmesi genişlemeci maliye politikalarının özünde vardır ve çok da sakıncalı değildir; ancak,  ekonomi yönetiminin denk bütçeyi yabancı sermaye için en önemli çıpa olarak gören anlayışıyla doğrusu pek bağdaştıramıyoruz.

Sonuçta, bu ekonomi politikası anlayışı değişmediği sürece büyümedeki tıkanmanın aşılmasını beklemek aşırı iyimserlik olur. S&P’den sonra Moody’s’in de Türkiye ekonomisinin kredi notunu yatırım yapılabilir düzeyin altına indirmiş olması kendi başına önemsenmeyebilir; ancak, FED’in ABD Başkanlık seçiminin ardından yapması beklenen faiz artışının yükselen ekonomilere portföy yatırımları (sıcak para akımları) üzerinde yaratacağı olumsuzluklar, dünya ekonomisinde durgunluğun giderek daha da belirginleşmesi, dünya ticaretinin durgunlaşması ve başlıca gelişmiş kapitalist ülkelerde likidite bolluğu nedeniyle şişen varlık fiyatları ile ekonomik temeller arasındaki uyumsuzluğun giderek artması ve devasa Alman bankalarında yaşanan erimenin açığa çıkmış olmasının işaret ettiği yeni bir küresel finansal çalkantı (belki de bir kriz) riskinin yükselmesi gibi olumsuz gelişmeler Türkiye ekonomisinde özellikle dış kırılganlıkları daha da artırmaktadır. Durgunluktan çıkmak ve krize girmemek için köklü politika değişikliklerine her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır.

[1] Örneğin, BETAM’ın 29 Eylül 2016 tarihli tahminlerine göre 2016’nın 3. çeyreğinde ekonominin 2. çeyreğe göre % 0,2 oranında küçüleceği öngörülmektedir (http://betam.bahcesehir.edu.tr/wp-content/uploads/2016/09/ EkonomikB%C3%BCy%C3%BCmeTahminler2016M09.pdf; erişim: 29.09.2016).

[2] Deyimi, 2003-2007 dönemini “AKP’nin Lale Devri” olarak adlandıran Korkut Boratav hocamdan ödünç alıyorum. Boratav, K. (2016), “Büyüme: İlk altı ay ve Temmuz şoku,” Birgün, 16.09.2016. (http://www.birgun. net/haber-detay/buyume-ilk-alti-ay-ve-temmuz-soku-128234.html: erişim: 27.09.2016).

 

1954 yılında Afyonkarahisar, Çakırköy’de doğdu. Burdur Lisesinde parasız yatılı öğrenci olarak okudu. Lise eğitimi boyunca TÜBİTAK bilim adamı yetiştirme bursunu aldı. Orta Doğu Teknik Üniversitesi Ekonomi Bölümünden lisans (1979) ve yüksek lisans (1983), Gazi Üniversitesi İktisat Bölümü’nden doktora (1988) derecelerini aldı. 1980 yılında A.İ.T.İ.A. Ekonomi fakültesinde Kantitatif İktisat Kürsüsü’nde asistan olarak akademik kariyerine başladı. 2000-2001 döneminde Fulbright bursu ile Maryland Üniversitesi Tarım ve Doğal Kaynak Ekonomisi Bölümü’nde ziyaretçi araştırmacı olarak bulundu. 2001 yılında geçtiği Ege Üniversitesi’nde İktisat Bölüm Başkanı ve senatör olarak görev yaptı. Makro iktisat, büyüme-kalkınma, girdi-çıktı analizi, tarım ekonomisi ve uygulamalı iktisat alanlarında çok sayıda makale, araştırma, kitap ve çevirileri vardır. Radyo Ege Kampus’te ve Ege Üniversitesi Televizyonu’nda uzun yıllar Egenomi adlı haftalık ekonomi programını yaptı. İktisat ve Toplum Dergisi’nde Hal ve Gidiş köşesinde yazmaya devam etmektedir. Evli ve bir kız babasıdır.

Bir cevap yazın